Gulyabani İnsana Ne Yapar? Korkudan Öğrenmeye Uzanan Pedagojik Bir Yolculuk
Bir eğitimci olarak her zaman şunu fark ettim: Öğrenme yalnızca bilgi edinmek değil, aynı zamanda insanın kendi korkularıyla, bilinmezleriyle ve iç dünyasıyla yüzleşmesidir. Kimi zaman bir hikâye, kimi zaman bir kelime, kimi zamansa bir mit, öğrenmenin dönüştürücü gücünü ortaya çıkarır. İşte “Gulyabani” bu noktada devreye girer — halk kültürümüzün derinliklerinden gelen, korkunun ve merakın sembolü olan bu varlık, aslında öğrenmenin de bir metaforudur.
“Gulyabani insana ne yapar?” sorusu, ilk bakışta korkutucu görünebilir. Fakat eğitsel açıdan baktığımızda, bu soru insanın bilinçaltıyla, inanç sistemleriyle ve öğrenme süreçleriyle doğrudan ilgilidir.
Gulyabani: Halk Bilgeliğinden Gelen Bir Öğretmen
Gulyabani, Türk halk kültüründe gece ortaya çıkan, insanları korkutan bir hayalettir. Kimi zaman uzun boylu, kimi zaman devasa, kimi zamansa sis gibi şekilsiz anlatılır. Ancak pedagojik açıdan Gulyabani, sadece bir korku figürü değil; bilinmeyenin sembolü olarak da yorumlanabilir.
Tıpkı öğrenme sürecinde öğrencinin karşılaştığı belirsizlikler gibi, Gulyabani de insanın zihninde bilinmeyeni temsil eder. Bir öğrenci yeni bir kavramla, yeni bir düşünceyle karşılaştığında çoğu zaman içsel bir direnç gösterir. Bu direnç, tıpkı halk hikâyelerinde Gulyabani’ye duyulan korku gibidir.
Bu noktada Vygotsky’nin Yakınsak Gelişim Alanı Kuramı bize önemli bir ipucu verir. Öğrencinin “öğrenebileceği ama tek başına yapamayacağı” alanlarda, rehberlik (öğretmen, akran ya da deneyim yoluyla) onu bilinmeyenin korkusundan bilgiye taşır. Gulyabani’nin insana “yaptığı” şey, sembolik olarak, onu korkutarak öğrenmeye itmesidir. Çünkü korku, doğru pedagojik yaklaşımla dönüştürüldüğünde, güçlü bir öğrenme motivasyonuna dönüşebilir.
Korku ve Öğrenme Arasındaki Pedagojik Bağ
İnsanoğlu tarih boyunca bilinmeyeni anlamlandırmak için hikâyeler üretmiştir. Gulyabani de bu hikâyelerden biridir. Ancak bu figür, yalnızca bir korku unsuru değildir; aynı zamanda toplumsal öğrenmenin bir aracıdır.
Çocuklar Gulyabani hikâyeleriyle büyürken, aslında toplumun değerlerini, geceyle gündüz arasındaki sembolik ayrımı, “iyi” ile “kötü” arasındaki farkı öğrenirler. Bu, Bandura’nın Sosyal Öğrenme Kuramı ile açıklanabilir: bireyler gözlem ve taklit yoluyla davranış kalıplarını öğrenir. Gulyabani’den korkmak, sadece bir tepki değil; toplumsal olarak öğretilmiş bir davranıştır.
Pedagojik açıdan bu tür korku temelli anlatılar, bireyin bilişsel gelişiminde önemli bir rol oynar. Öğrenci, korkunun gerçek mi yoksa sembolik mi olduğunu ayırt etmeyi öğrenir. Bu süreç, eleştirel düşünmenin ve soyut kavramların gelişimine katkı sağlar. Başka bir deyişle, Gulyabani aslında öğretici bir korkudur — insana, gerçek ile hayal arasındaki çizgiyi sorgulamayı öğretir.
Toplumsal Öğrenme ve Kolektif Bilinç
“Gulyabani insana ne yapar?” sorusuna kültürel açıdan bakarsak, bu varlığın birey üzerindeki etkisi kadar toplum üzerindeki işlevi de önemlidir. Halk inanışlarında Gulyabani, genellikle sınır ihlallerini cezalandıran, kuralları hatırlatan bir figürdür. Bu anlamda o, toplumun kolektif vicdanını temsil eder.
Toplumun normlarına uymayan davranışlar, sembolik olarak Gulyabani’nin “insana yaptıklarıyla” betimlenir. Bu, Durkheim’ın toplumsal düzen ve sapma kuramı ile örtüşür: Sapma, toplumun sınırlarını belirler; korku, bu sınırların ihlal edilmemesini sağlar.
Birey bu korkuyu içselleştirdikçe, toplumun değerlerini de öğrenir. Ancak çağdaş eğitim anlayışı, bu korkunun yerini eleştirel farkındalıkla doldurmayı amaçlar. Öğrenme sürecinde birey artık korkudan değil, meraktan beslenmelidir. Gulyabani’nin sembolik anlamı, bu dönüşümün pedagojik göstergesidir.
Dönüştürücü Öğrenme: Korkudan Bilince
Mezirow’un Dönüşümsel Öğrenme Kuramına göre, birey ancak sarsıcı bir deneyim yaşadığında mevcut inanç sistemini sorgular. Gulyabani de tam olarak bu noktada bir “tetikleyici deneyim” işlevi görür.
İnsana yaptığı şey aslında onu dönüştürmektir — korku, sorgulamaya; sorgulama, anlamaya; anlama, farkındalığa dönüşür. Bir öğrenci için de yeni bir konunun zorluğu veya bilinmezliği, bu dönüşümün başlangıcıdır.
Eğitimde amaç, öğrencinin içindeki “Gulyabani”yi tanımasını sağlamaktır. Çünkü her bireyin içinde öğrenmeye engel olan bir korku, bir belirsizlik vardır. Pedagojik süreçler, bu korkuyu bastırmak yerine anlamlandırmayı hedeflediğinde, öğrenme gerçek bir dönüşüme dönüşür.
Okuyucuya Pedagojik Bir Davet
– Sizin “öğrenme yolculuğunuzda” Gulyabani neyi temsil ediyor olabilir?
– Hiç bir konudan korktuğunuz için onu öğrenmekten kaçındığınız oldu mu?
– Korkunun, sizi öğrenmeye ya da düşünmeye ittiği bir anı hatırlıyor musunuz?
Korku, öğrenmenin düşmanı değil; çoğu zaman başlangıç noktasıdır. Gulyabani insana zarar vermez — eğer onu anlamayı seçerse. Çünkü her korkunun ardında, keşfedilmeyi bekleyen bir bilgi vardır. Ve belki de en derin öğrenme, korkunun içinden geçerken gerçekleşir.